* Sizi çok kısa tanıyabilir miyiz ?
Ankara’da doğup büyüdüm. Burada fen lisesinde okudum. Hacettepe Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümünden yüksek şeref derecesiyle mezun olduktan sonra Hacettepe Üniversitesi PDR Bilim Dalında yüksek lisans eğitimime başlayıp yine yüksek şeref derecesiyle tamamladım. Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezinde özel gereksinimli bireyler ve ailelerle çalıştım. Farklı kurumlarda uzman olarak online ve yüz yüze seminerler verip seanslar yürüttüm. Çeşitli ekollerde uluslarası klinik düzey eğitimlerimi tamamladım. Şimdi ise Ankara Kızılay’da kendi psikolojik danışmanlık merkezim olan Günebakış Psikoloji’de seanslar yapmakta, atölyeler düzenlemekteyim.
* Merkezinizde hangi hizmetleri veriyorsunuz?
Bireysel danışmanlığın yanında ailelerin duygusal, zihinsel ve sosyal sağlığını güçlendirip yaşam kalitesini iyileştiren çalışmalar yapıyoruz. Aile danışmanlığı, çift terapisi, oyun terapi, bireyle ve grupla psikolojik danışma seansları yürütüyoruz.
Farklı konularda seminerler ve atölyeler düzenliyoruz. Özellikle sanat terapisini içeren etkinlikler ilgi görüyor. Kurumumuza gelen her bireyin kendine özgü bir yolculuğu olduğunun bilinciyle, kişiye özel plan hazırlıyor ve onların hedeflerine ulaşmalarına rehberlik ediyoruz. Etik ilkeler ışığında güvenli, profesyonel ve samimi bir yolculuğa birlikte eşlik ediyoruz.
DOĞA VE SANAT ETKİLİYİCİ BİR ARAÇDIR
* Hangi alanda kamplar düzenlemek istersiniz ?
Doğayla temas ederken kendimizle de temas kurabileceğimiz etkinlikler hedefliyorum. Doğa ve sanat kendimize giden yolda çok etkili aracılar. Mavi göğün altında toprakla, ağaçlarla ve diğer canlılarla bir aradayken yaratıcı drama, müzik, resim, dans, seramik ve kil gibi materyallerle sanatla farkındalık kazanmak, kendimizi keşfetmek ve el vermek daha mümkün olabiliyor.
* Kitap yazmayı düşüyor musunuz ?
Okumayı ve yazmayı çocukluktan beri pek severim. Özellikle de çocuk kitaplarına bayılıyorum. Bu zamana kadar yazdığım deneme türündeki yazılarımı bir araya getirmek istesem de öncelikli hedefim yazıp resimlediğim bir çocuk kitabı yayımlamak.
* " Ağaç yaşken eğilir. " atasözü günümüzde halen geçerli mi ? Şimdi ki çocuklar ilk okul mezunu doğuyor sanki.
Elbette bu atasözünün halen geçerli olduğunu düşünüyorum. Çünkü erken çocukluk deneyimleri, kişilik gelişimi üzerinde kalıcı etkiler bırakır. Bir anlamda beynin şekillenme döneminde çocuklar, çevrelerinden aldıkları uyarılarla düşünme biçimlerini, duygusal düzenlemelerini ve sosyal ilişkilerini geliştirirler. Bu sebeple erken yaşlardaki eğitim ve deneyimler, bir çocuğun gelecekteki davranışlarını, tutumlarını, değerlerini belirleyen temelleri oluşturur. Bugün, çocuklar teknolojiye erişimin mümkün oluşuyla daha fazla bilgiye ve kaynağa ulaşabiliyorlar, ancak bu, her zaman duygusal, sosyal ve psikolojik gelişimlerini destekleyecek şekilde olmuyor. Okul öncesi dönemde çocukların oyun yoluyla öğrenmesi, duygusal zekalarını geliştirmesi, empati kurabilmesi gibi beceriler de hayati öneme sahip. Bu beceriler, çocuklar daha büyük yaşlara geldikçe sosyal ilişkilerinde ve genel yaşam kalitelerinde belirleyici olur.
Bu anlamda, günümüzde de "ağaç yaşken eğilir" atasözünün psikolojik anlamı geçerli. Erken yaşlarda yaşananlar, bireyin gelecekteki yaşamına büyük etkilerde bulunur. Bu sadece akademik bilgiyle ilgili değil aynı zamanda duygusal ve sosyal becerilerin gelişimiyle de ilgilidir. Tabii ki çocuğun gelişimi sadece bilgiye dayalı değil, duygusal bir süreç. Çocukların sadece okuma yazma öğrenmesi, yabancı dil konuşabilmesi, tablet ve telefonu rahatça kullanması değil, aynı zamanda özgüven kazanması, başkalarıyla sağlıklı iletişim kurması, hata yapabilmesi ve bu hatalardan ders alabilmesi de önemlidir. Günümüzde hızlı bir şekilde her şey "öğrenilebilir", ancak bir çocuğun psikolojik ve duygusal gelişimi için bu bilginin yanında rehberlik, sevgi ve sabır da gereklidir.
* Sosyal medyanın yararı mı zararı mı daha fazla ?
Sosyal medyanın yararı mı zararı mı daha fazla sorusu, aslında tamamen nasıl ve ne amaçla kullanıldığına göre yanıtlandırılabilir. Sosyal medya, doğru kullanımda toplumsal bağları güçlendirebilir, bilgiye erişimi artırabilir, eğitici içerikler sunabilir ve bireylerin daha geniş bir toplulukla bağlantı kurmasına yardımcı olabilir. Ancak, yanlış kullanımda, bağımlılık, duygusal bozukluklar, gerçeklikten kopma ve bilgi kirliliği gibi ciddi sorunlara yol açabilir.
Denge, hayatın her noktasında önemini hissettiğimiz bir olgu. Sosyal medya kullanımında da bu dengeyi bilinçle birlikte gözetmek kıymetli. Kullanıcıların kendilerine sınırlar koyarak, bilinçli bir şekilde neye maruz kaldıklarını seçmeleri, duygusal sağlıklarını korumak için büyük bir adım olacaktır. Aynı zamanda toplumsal olarak da sosyal medyanın yaratabileceği olumsuz etkilerle başa çıkabilmek için medya okuryazarlığının yaygınlaştırılması önemlidir.
MÜZİK İYİLEŞME SÜRECİNİ DESTEKLER
* Müzik dinlemek psikolojimizi nasıl etkiler ?
Müzik, bireylerin psikolojik ve duygusal durumlarını düzenlemek için güçlü bir araçtır. Bu yönüyle de kişisel iyileşme ve rahatlama süreçlerini büyük ölçüde destekleyebilir. Seanslarımda sıkça uyguladığım tekniklerden biri içsel ve dışsal kaynaklarımızı keşfetmek ve bunlara günlük yaşamımızda yer vermek. Deneyimlerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki müzik dinlemek iyi hissetme konusunda çokça insan için en ulaşılabilir kaynakların başında geliyor. Bu da müziğin stresle başa çıkmanın etkili yollarından biri olduğunu gösteriyor.
Müzik, bireylerin duygusal deneyimlerini anlamlandırmalarına ve kendilerini ifade etmelerine de yardımcı olabilir. Sanat terapisi atölyelerimde katılımcılardan kendilerinin elinden tutan bir şarkı sözünü seçmelerini isterim. Çünkü sözlü müzik, dinleyicinin kişisel duygusal yolculuklarını anlamasına yardımcı olur ve bazen bir şarkı, kişinin ruh halini anlatan bir dışa vurum haline gelebilir. Benzer müzikleri seçen ve dinleyen kişiler arasında ise bir bağ oluşur ve sosyal yakınlık sağlanır.
Müzik dinlemenin biyolojik etkilerinden bahsedecek olursak; müzik, dopamin ve serotonin gibi nörotransmitterleri uyararak ruh halinin dengelenmesi ve olumlu duygusal tepkilerin ortaya çıkmasını sağlar. Yavaş tempodaki müzikler stres hormonu olan kortizol seviyesini düşürüp nabzı rahatlatır, fizyolojik rahatlama sağlar. Müzik dinlerken beynin sol ve sağ yarımküreleri etkilenerek hafıza, dikkat ve sosyal becerilerin iyileştirilmesi kolaylaşır. Çeşitli psikolojik sorunlar, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi durumlar da müzik terapisiyle iyileştirilebilir. Özel gereksinimli bireylerle çalışırken piyano ve müziği bu amaçla kullanmış ve etkili olduğunu gözlemlemiştim.
DİZİ MÜZİĞİ SİZİ DİZİYE BAĞIMLI YAPAR
* Dizilerin müzikleri insanların o diziyi izlemesinde etkisi oluyormuş. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz ?
Katılıyorum. Çünkü dizilerde kullanılan müzikler izleyicilerin diziyi izleme kararlarını etkileyen temel faktörlerden biridir. Dizi müzikleri, izleyicilerin diziye olan bağlarını ve deneyimlerini derinden etkileyebilir. Kullanılan müzikler, sadece bir arka plan unsuru değil, hikâyenin bir parçası ve izleyicinin duygu dünyasına nüfuz eden bir araçtır. Bunda, müziğin duygusal yanıtları harekete geçiren güçlü bir araç olması etkilidir. Beynin limbik sistemi duygusal yanıtların ve hafızanın merkezidir. Müzik bu bölgeyi aktive ederek, izleyicinin dizideki olaylara duygu odaklı bir tepki vermesini sağlar. Örneğin, dramatik bir sahnede çalan hüzünlü bir melodi, izleyicinin o anki duygusal durumunu derinleştirir ve empati kurmasını kolaylaştırır. Bu durum, izleyicinin karakterlere olan duygusal bağını güçlendirebilir. Duygusal bağın artması da, dizinin izlenme oranlarını etkileyebilir çünkü insanlar duygusal olarak bağlı hissettikleri hikâyelere daha fazla zaman ayırma eğilimindedir. Ayrıca dizilerde kullanılan şarkılar veya melodiler, izleyiciye geçmişteki belirli anıları hatırlatabilir ve bu da izleyicinin duygusal olarak diziye bağlanmasını kolaylaştırabilir. Psiko-sosyal bağlar, insanların geçmişteki deneyimlerini ve duygusal süreçlerini yeniden hatırlayarak, bu anıların bir tür duygusal rahatlama sağladığı anlamına gelir. Bu tür nostaljik bağlar, izleyicinin diziyi izlemeye devam etme arzusunu pekiştirebilir.
Dizinin müziği sadece bir estetik öğe değil, izleyicinin psikolojik sürecini yönlendiren ve diziye olan ilgisini artıran önemli bir araçtır. İzleyicinin diziyi izleme sürecindeki duygusal ve psikolojik tepkileri kullanılan müzikle ilişkili olarak şekillenir. Müziğin etkisiyle ortaya çıkan duygusal deneyimler, diziyle de bağ kurulmasını sağlar. Bunların yanı sıra müzik ve görsellik birleştiğinde diziye dair deneyimin derinleştiğini bilen dizi yapımcıları, hangi tür müziklerin hangi dizilerle daha çok özdeşleştiğini, hangi anlarda ne tür şarkıların çalacağını bir strateji olarak kullanabilmektedir. Günümüzde bir dizi popüler olduğunda Youtube/Spotify gibi sosyal platformlarda bölümlerde çalan müziklerden çalma listeleri oluşturulduğunu da biliyoruz. Dizinin jeneriği veya vurucu bir sahnesinde fonda çalan müzik zihnimizde o diziyi hatırlatıcı etki de oluşturur. Müzik seçimleri hoş olduğu için izlenmeye devam edilen diziler olduğu gibi diziyle ve karakterle eşleştirdiğimiz için çokça dinlediğimiz müzikler de olur.
* Ünlülere hayranlık normal mi bir hastalık mı ?
Birçok konuda olduğu gibi bu soruya da direkt bir cevap vermek güç. Çünkü hayranlık derken neyin kastedildiği, bu hayranlığın derecesi ve nasıl ifade edildiği önemli bir faktördür. Kişi hayran olduğu ünlünün yaşam öyküsünden ilham alıp motivasyon kazanarak kendi hayatında başarı elde etmeye çalışabilir. Kendini tanıyıp kimlik oluşturmasını, hayran gruplarıyla sosyal ve duygusal bağ kurmasını sağlayabilir. Normal hayranlığın yararı olarak bu örnekler verilebilir. Ancak, bazı durumlarda, ünlülere duyulan hayranlık bir noktada patolojik hale gelir. Kişi, ünlüyü mükemmel bir insan olarak görüp onun tüm eylemlerini ve kararlarını sorgulamadan doğru kabul ediyorsa, ünlünün hayatındaki küçük bir değişikliği bile kişisel olarak bir kayıp veya kazanım olarak hissediyorsa sosyal medyada sıkça rastladığımız fan grubu tartışmaları ortaya çıkar. Bunun yanı sıra gerçeklikten kopularak ünlü hakkında sürekli araştırmalar yapma, her paylaştığı içerikleri takip etme ve özel hayatına dair detaylara aşırı ilgi gösterme de patoloji varlığına işaret eder. Kişinin tüm zamanı ve enerjisi ünlüye hayranlık beslemekle ya da onu sürekli takip etmekle geçiyorsa, bu sosyal ilişkilerinin zayıflamasına, iş veya okul performansının düşmesine yol açar. Düşük benlik saygısı ve yetersizlik duyguları da bu hayranlığın ortaya çıkmasında etkiliyse kişi, kendi kimliğindeki boşluk ve arzuları bu şekilde doldurmaya çalışabilir. Ünlünün başarısızlıklarından ve hayatındaki gelişmelerden olumsuz etkilenir. Kişi ünlüyü bir tür "sosyal yer tutucu" olarak görüyorsa ünlüyle hayali bir bağ kurar, parasosyal ilişkisini gerçek insan ilişkilerinin yerine koymaya başlar ve bu durum izolasyona, sosyal becerilerde azalmaya yol açar.
Ünlülere duyulan hayranlık, genellikle normal ve sağlıklı bir duygu olabilir, ancak bu duygunun derecesi ve nasıl ifade edildiği önemlidir. Eğer hayranlık, takıntılı bir hal alır ve kişinin gerçek hayattaki ilişkilerini, işlevselliğini ve psikolojik sağlığını etkilerse, bu durum profesyonel bir yardım gerektirir.
YAPAY ZEKA SINIF FARKINI DERİNLEŞTİRİR
* Yapay zeka toplumumuzu nereye götürüyor ?
Yapay zekanın gelişmesiyle birlikte, insanlar daha fazla bilgiye erişim sağlıyor. Bu durum, bilgi yükünü artırırken, bireylerin dikkat ve odaklanma becerilerini de zorluyor. Özellikle sosyal medyanın etkisiyle, sürekli bilgi bombardımanına maruz kalan bireylerin, bilişsel yükü artar. Bu da anksiyete, stres, dikkat dağınıklığı ve tükenmişlik gibi zihinsel sağlık sorunlarına yol açabilir. Yapay zekâ tarafından sağlanan hızla tüketilen bilgi ve içerikler, dikkat dağınıklığını artırır ve zihinsel tükenmişlik hissine yol açabilir. Zihinsel olarak sürekli bağlı olma hali, bireylerin gerçek dünyada odaklanma yeteneklerini zayıflatır.
Her ne kadar bilgiye erişimi artırdığını söylesek de herkes aynı imkana sahip olmayabiliyor. Erişim eşitsizliği, toplumda sınıf farklarını derinleştirebilir ve bireyler arasında sosyal çatışmalara yol açabilir. Teknolojiye erişimi olmayan bireyler, dışlanmışlık hissi yaşayabilir, bu da yalnızlık, öfke ve toplumsal güvensizliği artırabilir. Gelişmiş teknolojilere sahip olanlar, daha fazla fırsata ve avantajlara sahip olacakken, teknolojiye erişimi olmayanlar geride kalabilir. Bu, toplumsal eşitsizlikleri artırabilir ve insanların benlik saygısı ile aidiyet duygularını etkileyebilir. COVID döneminde bunun etkilerini gözlemleyebilmiştik. İnternet ve bilgisayara erişimi olmayan, taşrada yaşayan çocuklar dersleri takip edememiş sınırlı imkandaki çalışanlar süreci evden yönetememişti. Ayrıca yapay zekâ, birçok sektörde iş süreçlerini hızlandırabilir, fakat bu durum, düşük vasıflı iş gücünün yerinden edilmesine yol açar. Bu da işsizliği ve gelir eşitsizliğini artırır. İş gücündeki bu değişim, psikolojik olarak anksiyete ve kaygı duygularını tetikler. Çünkü insanlar geleceklerini güvence altına almakta zorlanır.
Yapay zeka, toplumsal bağları ve ilişkileri dönüştürme potansiyeline de sahip. Özellikle sosyal medya, dijital asistanlar ve sohbet robotları gibi teknolojiler, insanlar arasında gerçek zamanlı, yüz yüze etkileşimi azaltabilir. İnsanlar makinelerle etkileşimde bulundukça, gerçek insan ilişkilerinin yerini dijital ilişkiler alabilir. Bu yüzden yapay zekanın gücü, insanları daha verimli kılmak için kullanıldığı kadar, bireylerin duygusal ve psikolojik sağlığını gözeterek de yönlendirilmeli, değerler ile uyumlu bir şekilde kullanılmalıdır.
Yorumlar (0)